Sayfalar

29 Ekim 2013 Salı

Kayseri Deplase !




     26 Ekim gecesi İzmir’den çıktık yola. Rotamız Kayseri’ydi. Geçen sene olduğu gibi, Ege Bölgesi’ndeki UNI ailesinin fertlerini yanımıza alarak yolumuza devam ettik. Her şehirde, kendimiz gibi Galatasaray sevdalısı arkadaşlarımız katıldı bizlere. Bi otobüs düşünün ki, kimsenin birbirinden farklı yanı yok. Kimsenin kimseden üstün bir tarafı yok. Daha da önemlisi kimsenin birbirine sevdasını kanıtlama derdi yok. Ortak paydamız: Sadece Galatasaray…  Çünkü, UNI ailesi biliyor ki; bizleri biz yapan Galatasaray sevdamız.


     Hem, “Hangi sevdalı vardır ki; sevdasından daha büyük, daha yüce… ?”



     Pamukkale UNI, Dumlupınar UNI, Adnan Menderes UNI, Celal Bayar UNI, Uşak UNI, İYTE UNI, Yaşar UNI Ve Dokuz Eylül UNI !


                                                                  27.10.2013

                                              kayserispor  2 – 4 GALATASARAY’ımız


     Bir sene önce kaybettiğimiz, Pamukkale UNI'den  kardeşimiz Ali Kaya da bizlerle birlikte Kayseri deplasmanındaydı.




Bol potasyum, komşu kızı Yaprak, "Uyumayın ulaannn, besteye devam" sesleri ve olmazsa olmaz Müslüm Baba...



Elbet yine düşeceğiz yollarına...

25 Eylül 2013 Çarşamba

Kahrolsun Holdingler, Yaşasın Efsaneler !

    

     Bugün haberi aldığımda işteydim. Önce inanmak istemedim. “Yavşak basın uyduruyor” yine dedim. Küfrettim, saydım, sövdüm… Sonra 2000 yılına gittim bi an. “Terim, İtalya’ya Fiorentina takımına gitti” haberleri çıkıyordu sürekli. Sonra okuldan eve gelip gasteyi okuduğumda öğrendim. Terim gitmiş. Çocuk halimle hüngür ağladığım geldi aklıma. Sonra baktım ki, kazık kadar adam olmuşum değişen bi bok yok ! Yine döküldü yaşlar gözlerimden. Belki daha ince ama daha acı verici, daha kalbi sızlatan cinsinden. Utanmadım da… Çekildim bi köşeye, sustum. “Neden ağlıyor bu manyak” diyen olmuştur elbet. Onu da anlatmak için bu yazıyı  yazıyorum işte…
    
     Herkesin bi Galatasaraylı olma hikayesi vardır muhakkak. Benim ki, biraz da çocuk aldanmasıydı. Babamın “Hayatta üzülmek  istemiyorsan Galatasaraylı olacaksın”  sözüne kansam da ilk zamanlar, üzüldüğümde oldu, yalan değil. Ama üzülürken bile, hep bi umudum vardı. Ya Coşkun Özarı’nın  ya da Turgay Şeren’in yazılarından hep “Bir gün her şey çok güzel olacak” çıkarımını yapıyordum kendimce. Nasıl bir takım olmamız gerektiğini, Galatasaraylılığın bir gelenek, bir aidiyet olduğunu onlardan öğrendim. Dahası, Galatasaray’ın ne demek olduğunu onlardan öğrendim.

     Hagi ile daha da çok bağlandım Galatasaray’a. Nasıl bağlanmazsın ki ? Çocukluk kahramanımdı. Coşkun Özarı ve Turgay Şeren hep ondan bahsederdi. Demek ki, sadece benim değil her Galatasaraylı’nın kahramanıydı Hagi. İmparator da vardı tabi ki. İlk devre kötü biterse “ Nasıl olsa  maçı çeviririz rahatlığı vardı.” Çünkü İmparatordu o. Kral vardı, Büyük Kaptan vardı, kovulsa da formasının hakkını veren…

      Sonra “nedense” büyüdüm. Ben büyüdükçe o çocukluk kahramanlarım birer birer kayboldu. Ama öğrettikleri hiçbir şey aklımdan çıkmadı. Bugün de çıkmadığı gibi.

      O çocukluk kahramanlarımdan bugün hayatta olan ve hala Galatasaray ile yaşayıp Galatasaray’a hizmet veren Fatih Terim’in kovulması, “Kol kırılır, yen içinde kalır” sözü ile açıklanamaz. Eğer, Baba Gündüz’ün “Galatasaray, bir halatı birlikte çekenlerin takımıdır.” Sözüne inanmış milyonlar varsa, öyle bi kol da yok, öyle bir yen de !

     Unutmayalım ki; İmparator, Galatasaray’daki ilk döneminde, bayan basketbol takımı Avrupa şampiyonluğuna koşarken kulübün takıma iç çamaşırı alacak parası yokken bu takıma destek veren kişiydi. Yine Milan’dan ayrıldığında, başka bir kulüple anlaşma durumu olursa alacağı tazminattan vazgeçerek yine Galatasaray’a gelen kişiydi.

     Bunları hatırlatıyorum ki, İmparator hakkında konuşulmasın yavşak yavşak ! Terim’in karakterinde, duruşunda en ufak bir değişiklik yok. O, her zamanki gibi yine Galatasaraylılığını Galatasarayla birlikte yaşıyor.

     İmparator’a yöneltilen suçlamalar da var tabi: “Demirören TFF’si ile anlaştı, bu durum takımı etkiledi vs.” Ulan, bütün ülkenin futbol anlayışına yön veren bi insan, milli takıma zor zamanında nasıl müdahele etmez ? Kaldı ki, bu işi sadece duygularıyla yapan, “Milli takım takımlar üstüdür” anlayışına sahip birinden bahsediyoruz.
    
    
     Büyük resme bakalım biraz da… Coşkun Özarı’dan girdim konuya. Ben ve benim kuşağımdakilerin gördüğü en eski Galatasaraylıydı belki de. O, aramızdan ayrıldı. Hatırlayan da yok, hatırlatan da. Turgay Şeren ne yapıyor bilen var mı ?
    
     Bugün, öyle bir durumdayız ki, bırakın beni, 15-16 yaşındaki kardeşlerimizin bile tanıyamayacağı bir Galatasaray var önümüzde. Farkında mısınız bilmiyorum ama Galatasaray’ı Galatasaray yapan, bizleri bu renklere bağlayan her şey birer birer elimizden alınıyor.

     Metin Oktay Parçalısı’nı aldılar elimizden önce. Şu an sahada ne giydiğimizi bilmiyoruz. Evimizden, Ali Sami Yen’den kovulduk. Metrolarda çile çeken onbinleriz ! Yeni stada geçtik, daha modern dediler, büyük dediler, ne Ali Sami Yen adı tam olarak var, ne hayatını Galatasaray’a adayan Alpaslan ağabeymizin  adı geçiyor stadın herhangi bir yerinde. En basitinden, hatırlayın daha dün gibi Schalke maçı biletleri kimlere verildi ?

     Sizi bilmem ama ben, Ali Sami Yen’in Eski Açık’ının tuvaleti olmayan karanlık koridorlarındaki sidik kokusunu bile özlüyorum !

     Şimdi, sıra Terim’de kimilerine göre. O’nu da yiyeceklerini sanıyorlar. O’nu da bitirip, Galatasaray’ı kendi arka bahçelerine çevireceklerini sanıyorlar. Biz de diyoruz ki: YEDİRMEYİZ BİRADER ! Orada bi duracaksın, Galatasaray’ın menfaatleri diyerek yıllardır kazandığınız milyarları, İmparator üzerinden sizlere yedirmeyiz. Bizler, Galatasaray’ımızı Galatasaray yapan değerleri savunmak için varız. Ne şampiyonluklar umrumuzda, ne de artık borsaya bildirilen transferler. Çünkü bizler biliyoruz ki, Galatasaray’ın değerleri ne borsadaki hisselerdir, ne de endüstriyel futbol denen sikin uydurduğu kulübün menfaatleridir.

     Düşünsenize kulübü bir SİO’nun yönettiğini. Hani şu, 2 Yıl Mençıstır, 3 yıl çelsi’yi yöneten SİO’lardan. Unutulmasın ki, burası Galatasaray Spor Kulübü. Taşlı topraklı sahalarda sadece arma aşkıyla koşturan Metin Oktay’ıyla, yıllarca parkelerde ter akıtıp kaptanlık yapan Paidar Demir’iyle, Spor Sergi’de binleri coşturan Yenilmez Armada’sıyla… Ne imzaladığın sponsorluklar bizleri kandırabilir, ne de sermaye artırımların… Bizler Galatasaraylıyız. Efsanelerimizi, holding yöneten zihniyetine yedirmeyiz.

      Kahrolsun Holdingler, Yaşasın Efsaneler !
    

22 Ağustos 2013 Perşembe

Thor Misali Ulu Johan !







     Nasıl ki mitolojide elindeki çekiciyle korku salarmış savaş tanrısı Thor, bu topraklardan da yüreğiyle savaşan bir Ulu Johan geçti...

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Şampiyon Galatasaray !


   
     Her dalda nice kupalar, son hedef şampiyonluklar...

     Öyle bir hafta sonu yaşadık ki, Galatasaray'ın spor kulübü olduğunun kanıtıydı adeta. 

     5 Mayıs pazar günü, önce Galatasaray kürek takımının Türkiye şampiyonluğuyla sevindik. Daha sonra Engelsiz Aslanlarımızın 4. kez Avrupa şampiyonu olduğu haberini aldık. Gün sonunda da futbol takımımızın şampiyonluğuyla sokaklara döküldük. Galatasaray isminin olduğu her yerde inancın ve azmin, zafere giden yolda en büyük etken olduğunu bizlere kanıtlayan sporcularımıza teşekkürü bir borç biliriz.

      Kalplerde yıldız, göklerde bir ay. Sporun beşiği GALATASARAY !!!












22 Nisan 2013 Pazartesi

Fatih Çalışkan


    
     Hani reklamlarda olur ya "Bu maça kalp dayanmaz" diye. O'nun da kalbi dayanmadı. Fatih Çalışkan, aramızdan ayrılalı tam 1 sene oldu. Fenerbahçe ile oynanan süper final zırvasında, gencecik kalbi dayanamadı kardeşimizin o heyecana.

     Futbolu, futbolu seven insanları, gönül verdikleri renkler uğruna hayatını bu uğurda adayanları birer araç olarak gören, hayatları boyunca tek idealleri daha fazla para kazanmak olan yavşakların kurbanı oldu Fatih kardeşimiz.

     Gencecik bir insanın kalp krizinden ölmesine karşılık yazılacak şeyler de kısıtlı kalıyor tabii.

     Mekanın cennet olsun kardeşim...

     Son sözümüz, Fatih kardeşimizin anısına...



     Parasıyla, rantıyla, tetikçisiyle, satılmış basınıyla topyekün iş başında yine endüstriyel yavşaklar ! "Tansiyon düşmesin, heyecan bitmesin" derdinler hala. Daha çok decoder satalım, daha çok kazanalım. Daha çok, daha çok...

     Rantınız batsın orospu çocukları !

10 Nisan 2013 Çarşamba

Canınız Sağolsun !




10.04.2013

Galatasaray'ımız 3-2 real madrid

Başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter...!

8 Nisan 2013 Pazartesi

Antalya Deplase



    
     "Alnından akan terin şahidi olmak için geliyoruz, omuzlarındaki yüke ortak olmak için..."

                   Adnan Menderes UNI, Pamukkale UNI, Dokuz Eylül UNI !
    

     Gelsenkirchen anıları, sigara böreği, Kaleiçi, Işıklar Caddesi, Ferdi Özbeğen-Dilek Taşı...





07.04.2012

Antalya BŞB 45 - 103 Galatasaray'ımız



Son olarak...

Deplasman nedir ?

    
     Basit eğilme gösteren bir çubuğun, eğilme göstermeden önceki çubuk ekseni durumu ile elastik eğri durumu arasındaki düşey deformasyon miktarına denir.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Sana Geliyoruz CİMBOMBOM'um !

    

     Sana geliyoruz CimBomBom'um. Uzaklardaki bir sevgiliye gider gibi hasretle. Hazır ve nazır koşarak, hoyratça ama incitmeden. Sana geliyoruz, altılıya koşar gibi kan ter içinde avaz avaz bağırarak.
     Sana geliyoruz... En güzel niyetlerimizle, bir esnafın dükkanını bismillah deyip açışı gibi. Ana, baba özlemini senin yerine koyup geliyoruz. Bir babanın cebindeki son parasını çocuğuna ekmek alıp harcayışı gibi, sana geliyoruz. Metin'lerin, Bülent'lerin, Tugay'ların hırsıyla geliyoruz.
     Alnından akan terin şahidi olmak için geliyoruz. Omuzlarındaki yüke ortak olmak için geliyoruz, sesimizle, yüreğimizle... Bir ayyaşın şişenin dibindeki son damlaya kavuşması gibi geliyoruz. Ağır ağır tütün saran ihtiyarın sabrıyla geliyoruz, yolları ilmik ilmik dokuyarak... Okulu, sınavları, hocaları siktiredip geliyoruz. Biliyoruz ki, hayatta senden iyi "hoca" yok, öğretecek birşeyi yok. Metin Kurt gibi isyanla, Bülent Korkmaz gibi cesaretle geliyoruz sana, hayata karşı...

     Çıktık biz kampüsten yola CİMBOM !

31 Mart 2013 Pazar

34>35


     "O karakterlerin unuttuğu bir şey var ki, her deplasmanın bir İstanbul’u vardır. Siz İstanbul’a gelene kadar, bu karakterlerinizi muhafaza edin. Çünkü, İstanbul’dan döndüğünüzde artık muhafaza edecek bir şeyiniz kalmayacak."

     8 Aralık günü oynanan karşıyaka-Galatasaray'ımız maçından sonra  bu satırları yazmıştık. "Her deplasmanın bir İstanbul'u vardır" gerçeğini unutanlar, dün başlarına gelenlerden sonra, işin klavye başında atıp tutmak olmadığını geç de olsa anladılar ki; tweetler silindi, karşıyaka iskelesinden yola çıkılmadan önce edilen yeminler unutuldu, maçtan sonra "Biz aslında kadın ve çocuk ağırlıklı bi tribündük" vs. demeye başlandı. Döndüklerinde, "Noldu ya kavga çıkmış ?" sorularına "Valla biz Bolu'daydık, haberimiz yok" yarım ağzıyla cevaplar aldık. Bunlar kim o zaman ?


Nereye lan ? Daha karpuz kesecektik !



Sanaldan; "11 minibüs geliyoruz", "Çıkarma yapıyoruz" yazanlar, Karagümrüklü kardeşlerini ödemeli aramışlar ama açan olmamış galiba. Neyse...

Galatasaray ve İstanbul biraraya geldiğinde;
öğrendiğin matematiği de unutturur, adamı madam da yapar şşşş !

18 Mart 2013 Pazartesi

18 Mart !


"Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini,

Binlerce can dirilse de nakletse geçmişini !"

Emin Bülent Serdaroğlu

Kayseri Deplase


17.03.2013

kayserispor 1 - 3 Galatasaray'ımız

ultrAslan UNI ailesinin birer ferdi olarak; Kayseri'deydik.

Pamukkale UNI, Adnan Menderes UNI, Uşak UNI, Ekonomi UNI, Yaşar UNI, Dokuz Eylül UNI !

13 Mart 2013 Çarşamba

Son 8 !





Schalke 04 2 - 3 Galatasaray'ımız

12.03.2013

Zaferler senin ruhunda var... !


25.05.2013

Road to Wembley

8 Mart 2013 Cuma

8 Mart !





     "İlk Sarı-Kırmızı atkımızı boynumuza dolama vesilesiyle..."

     Galatasaray tribünlerinin emekçi kadınlarına... ! 

     Bizlerin Galatasaraylı olmasında emeği geçen; geçmişin, bugünün ve geleceğin kadınlarının günü kutlu olsun !

    

6 Mart 2013 Çarşamba

Sadakat



     Şöyle bi sakince oturup düşünelim diyoruz. Olmuyor... Bir açıklama gelir, belki düşünüldüğü gibi değildir diyoruz. Ne gelen bir açıklama var, ne de durumun düzeleceğine dair belirtiler...Hatta öyle şeyler duyup, öyle şeyler okuyoruz ki, kanımız donuyor, inanasımız gelmiyor.

     Schalke maçı biletleri diyorum... Ne oldu gerçekten onlara ? Şu an öyle bir durum var ki; sanki öyle bir maç olmayacakmış, haliyle olmayan maçın bileti de olmazmış hissi oluşturuluyor sanki bizlerde.

     Sonra, biletlerin gizli bir el tarafından "satışa çıkarıldığı", daha doğrusu birilerine hediye edildiği vs. lafı dolaşıyor ortada. Meğer; loca sahipleri, önceliği olan beyefendiler almışlar biletleri çoktan. ( Önceliği olmak ne demekse ? ) Sonra bi bakıyoruz 25€'luk bilet seyahat acenteleri tarafından 500€ gibi fahiş bir fiyata satılıyor. Ne demiştik: "...Sadece karaborsa yapan insanların sosyal statüsü değişti..."

     Bizler; Avrupa'da oynadığımız hiçbir maçı deplasman olarak görmedik. 89'da Monaco'yu Köln'e gömerken, 17 Mayıs'a giden zafer yolunda Dortmunlular'a 2-3 katı kombine parası verip biletlerini alarak stadı "Ali Sami Yen" cehennemine çevirirken, yine Westfalen stadında "Burası Sami Yen, burdan çıkış yok" deyip Juventus'u hallaç pamuğu gibi atarken, asıl deplasmanı Avrupa'nın göbeğinde avrupalılara yaşattık.

     Burada içimizi acıtan şey, maça gidememek değil aslında. Haa, o da koyuyor tabi ki ama, asıl derdimiz; canımızdan çok sevdiğimiz Galatasaray'ımızı yönetenlerin, Galatasaraylılar arasında ikilik yaratarak, bi kısmı ekarte ederek diğer kısmın önünü açması. Yani şu, "öncelik meselesi".

     500€'dan bilet satan seyahat acentelerini de unutmamak lazım tabi ! Biz de bu hikaye de ne eksik diyorduk ? Meğerse, karaborsa yapan amk seyahat acenteleri eksikmiş. Rantınız batsın amk !

     Haa, sanılmasın ki, bizler de organizasyonu iptal edenlerdeniz. Maça zaten gidemeyecektik. Ama yapılan haksızlığa da göz yumacak değiliz tabiki. "Nasılsa ben gidiyorum, gerisi çok da fifi" diyenler de, bir kere daha düşünsün: "Burada mağdur olan, unutulan, yok sayılan Galatasaray taraftarıdır." Hani diyoruz ya, "Biz bir aileyiz..." diye. Aile bireylerinin birbirini yok saydığı nerde görülmüş ? Sadakat ve güvendir, bireyleri aile olarak tanımlayan.

     Bu işin altında imzası olanlara da şunu hatırlatalım: Hayatında tek ihtimali olan insanlar bu yapılanları unutmaz. Galatasaray tribünlerinin belleği; sponsorlu bilet hediyelerine, imzalı formalara kanmaz. Elbet; gün döner, birileri gider, birileri gelir, baki kalan sadece Galatasaraylılar ve Galatasaraylılık olur.

4 Mart 2013 Pazartesi

Basın Neden Yalan Yazar ?



     Basın, yazar. Doğru da yazar, yanlış da... Zamana göre, duruma göre, kendi çıkarını düşünerek yazar. Çünkü işi budur. "Haber alma özgürlüğüm var, özgür basın susturuluyor" der, yazar. Amacı; hedef göstermek, sansasyon yaratmak, okunmaktır. "Gaste" satsın, tv izlensin, biz de para kazanalım" diye yazar. Para için yani. Satar. Kapı kapı dolaşıp, tencere pazarlayan; "Ablacım valla bu teknoloji harikası, bir fasulye pişirir, tadından yenmez" diyen adamdaki aymazlıkla yazar. Satmak için. Sattığı şey kimi zaman karakteridir, kimi zaman namusudur, kimi zaman geleceğidir. Eğer, Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız, bunun hesabını soran da olmaz size. "Satış serbest !" yani...


     Zaman, öyle bir şey ki; en değerli ile en değersiz olanı, aynı kefeye koyup insanlara unutturur. Zaman, öyle şeyleri dönüştürür ki; sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi geçmişte, ardına bile bakmaz insan. Çünkü insanlık bile değişir zamanla. Geçmişte doğru olan, dürüstlük timsali olan herşey, bi anda yokoluverir ya da gereksizleşir. İçinde insan unsuru olan herşeyde olduğu gibi, basın denilen mecra da kısmi değil, topyekün erozyona uğradı maalesef. Çünkü insan değişti, insanın yazdıkları, okudukları değişti. Talepler değişti, satış politikaları değişti !

     Yaşımız itibariyle, edepli başlık atan gazetelerin yayın dönemlerine yetişemedik. Galatasaraylılar olarak, o günleri sadece Turgay Şeren'den dinleyebiliyoruz artık. Kendisi de nedense (!) çok göz önünde değil şimdilerde. Turgay Şeren gibi insanların yerlerini, daha medyatik, daha sansasyonel, zırt marka takım elbise sponsorluğunda ekranlara çıkan insanlar aldı çünkü. Dedik ya; "Satış politikaları değişti."

     İşte bu satış denen sikin ortaya çıktığı zamanlardan beri, futbolun tadı yok. Düşünün ki, bu lafı edecek kadar yaşlı hissediyoruz kendimizi. Hergün, ortaya atılan iddilardan sıtkımız sıyrıldı ki, bunaldık artık, gözardı ediyoruz herşeyi.

     Paranın, insanlığımıza hükmetmeye başladığı gün değişti herşey. Jöleli saçları, zort marka takım elbisesiyle bizlere taraftarlık satan insanların ekranlarda görünmeye başladığı gün bitti herşey. Çünkü onlar revaçtaydı artık, popülerlerdi. Xamax maçında, ( o gün "Ali Sami Yen"de kaç kişi vardı bilen var mı ? ) on binlerin hep bir ağızdan bağırdığı "Rerere Rarara Gaassaray Gaassaray CimBom Bom"  bestesi geride kaldı dediler, en azından öyle kandırmaya çalıştılar bizleri. Önce, "O kadar adam stada nasıl girer" dediler, sonra meşale yakmanın ne kadar zararlı birşey olduğundan bahsettiler, sonra uğrunda saatlerce beklediğimiz, uğruna aç, susuz kaldığımız bilet kuyruklarına çeki düzen vermeye kalktılar. Rahatlıktan, düzenden, konfordan bahsettiler. Kimilerinin gözlerini o kadar boyadılar ki, sonunda yıldız transfer haberleriyle süslediler manşetlerini. Hepsi daha çok satmak içindi halbuki. Transfer döneminde yazılan onca ismin arasından birisi takıma gelince, "İşte, yazmıştık dediler." Oysa geriye kalan isimler nerelere gitmişti kimbilir ?

     Güçlü ekonomi, bol transfer ve ardından gelecek başarılara inandırdılar bizleri, en azından bunu planladılar. Belki kanmıştır kimileri bu yalanlara. Ama kimliğini, karakterini unutmayan taraftarların ceplerindeki parayı alamadılar, gözlerini boyayamadılar.

     Eski günler yok artık... Omurgalı gazeteciler derler ya hani, bırak omurgayı bi parça kıkırdaktan bile bahsedemiyoruz artık. Dedik ya, artık para hükmediyor, satış politikaları değişti filan diye. İşte olay da orda zaten... Para babalarının istediği atı koşturduğu bi yerdeyiz. Çünkü o para babası, sözde güçlü olanın yanında, çünkü o "güçlü"nün şirketine ortak, ihalesine yancı olmuş o para babası. Güçlü olan abisinin istediğini yazdıracak ki, sonraki ihalede kendisine pay çıksın, daha da büyüsün. "Yazdıracak ki..." diyoruz. Çünkü o para babasının da parayla satın aldığı kalemler var. "Sen şunu şunu yaz, hem sen kazan hem ben" diyor para babası artık. Satılık kalem de "Hay hay..." diyor tabi ki. Çünkü biliyor ki, ne kadar sallarsa, sansasyonel yazarsa, o kadar teklif gelecek burda da yaz, şu programa da çık diye. Hatta yeri gelecek "Şu yarışma programında da jürilik yap" denecek kendisine. O da biliyor artık, popüler olmak böyle birşey...

     Yolun sonunda karşımıza çıkan tek birşey var: Endüstriyel futbol... İlk aşkımızı; kötü niyetleriyle kirleten, yıldız transfer, taraftar kart vesveseleriyle uyutan, kimi zaman annemizin ördüğü sarı kırmızı atkıya korsan ürün yakıştırması yapan, çirkin niyetleriyle karşımıza çıkıyor bu lanet endüstriyel futbol. Onda da para var işte; daha çok kazanmak için, herkesi tek tipleştirme amacıyla düzene sokmak için var.

      İlk aşkımıza, sevdamıza hala sahip çıkıyoruz biz. Ne o "gasteleri" okuyoruz, ne jöleli saçları olan şık "duayenlerin" tv programlarını izliyoruz. Cephe alıyoruz; para babalarına, yavşak basına karşı... Boykot var !!!

28 Şubat 2013 Perşembe

27 Şubat 2013 Çarşamba

Fanatik Boykot !


     Nice şampiyonluklar gördü bu taraftar, nice zaferler... Hepsinde doyasıya sevindik, gururlandık, bazen sevinçten oturduk ağladık, bazense hayal kırıklığı oldu bizim için, kaybeden taraftık. Sevincin de, üzüntünün de etkisi geçince, gündelik hayatlarımıza döndük. Tv'ye baktık, gazete okuduk falan filan... Yine hepsinde Galatasaray adını aradık. "O"nun için takip ettik bu mecraları da...

     Yendiğimizde zaman zaman incecik puntolarla ya da alçak seslerle galibiyete, zafere dem vururlurken, mağlup olduğumuzda nedense her zaman, kötü futboldan, takım içindeki hayali huzursuzluktan, çekişmeden, yönetim-hoca-futbolcu arası küskünlüklerden bahsedildi avaz avaz. Zaman içerisinde de "nedense" alıştık bu tip haberlere. Yeri geldi güldük geçtik, yeri geldi kızdık "Bu ne yaa" dedik.

     Ancak bir şey var ki; buna tahammül etmek imkansızın da ötesinde... Bir olay yaşanıyor. Daha ne olduğu açığa çıkmadan basının duayen denilen isimleri, "En az 5 maç, yok canım 8-9'dan aşağısı kurtarmaz." şeklinde açıklamalar yapıyorlar. Bir nevi kamuoyu oluşturuluyor. Daha sonra, olayın şahitleri tarafından resmi olan ve olmayan açıklamalar geliyor. Yine tüm bunlara rağmen, sanki duayen abilerimiz ordaymışcasına, olayın taraflarının ağızlarından dökülen cümleleri noktası, virgülüne kadar kaleme alıyor. Sonra kamuoyu oluşturma çabalarının son hamlesi şöyle bir haberde vücut buluyor:


          Gün içerisinde ise olayın kahramanları ve tanıkları tarafından açıklamalar geliyor:


     Bunların üzerine söylenecek hiçbir şey yok. Tek yapmamız gereken; yazının başlığında dediğimiz gibi: "Boykot !"

    Bizlere düşen görev; Galatasaray'ımızı saha içerisinde yenemeyenlere, saha dışında en ağır cevabı vererek ele güne karşı nasıl dimdik durduğumuzu bir kez daha kanıtlamak.


21 Şubat 2013 Perşembe

Hamit Altıntop

     Uzun zamandır yazma gerekliliği vardı Hamit için aslında. Kısmet bu vakteymiş. Sabır taşı çatladı artık. Biraz düşünelim Hamit hakkında...


     Şimdi biz burda Hamit'in kariyerini anlatacak değiliz uzun uzun.Yorumcu ya da gazeteciliğe soyunacak halimiz yok. Zaten kariyerinin tartışılacak hali de yok. Schalke, Bayern Münih ve Real Madirid gibi takımlarda oynamayı başarmış bu adam. "Real'den kovuldu yeaa" diyenler için de; oradan kovulmak için, önce oraya gitmiş olmak lazım güzel kardeşim bilmem farkında mısın ?

     Elimizi vicdanımıza koyalım; bu adam hangi maça çıktığında tavır yaptı, hangi maçta oynamak istemedi ? Tribüne, takım arkadaşlarına, hocasına en ufak bir saygısızlığı oldu mu ?

     Evet, adam atamıyor. Sene başından beri kaç topu direkten döndü, kaç pozisyonu harcadı biz saymıyoruz artık. Tek bildiğimiz şey, Hamit'in sahaya çıktığında son damlasına kadar terini akıtacağı... Gerisi olur ya da olmaz. Bizim için bunun bir önemi yok. Evet golleri kaçırdıkça üzülüyoruz. Ahhlar vahhlar çekiyoruz. Ama biliyoruz ki; o mücadele ediyor, formasının hakkını veriyor.

     Son sözümüz; tribünde, tv başında, o top kaybettikçe, hata yaptıkça homurdanan, hatta ona küfreden insanlara !

     Ulan dangalak !  Bilmem farkındamısın ama sahadaki Galatasaray'ın futbolcusu. Hani gol olunca sevindiğin, uğruna ölürüz, seviyoruz dediğin takımın futbolcusu. Sen, Galatasaray'ın başarısıyla kendine pay çıkaracaksın diye, Hamit gol kaçırdığında küfredeceksen, sen gelme kardeşim maça, sen Galatasaray'ı izleme. Bırak, Galatasaray; ona gönül verenlere, sahada futbolcusu ter akıttığında onunla gurur duymasını bilen, uğruna hayatını adadığı insanlara kalsın.

     Senin başarıya endeksli gönül bağına ihtiyacı yok kimsenin. Sen git, eczacıbaşı tut, efes tut, tut amk başka bişey tut, ama Galatasaray'ı tutma. Galatasaray tutulmaz zaten. Ya vardır gönlünde ya da yoktur.





Yürüyedur Aslan'ım !

Milan Baros




Bu topraklardan bir Kral daha geçti... Bizlerin ayrıcalığı; formasını sonuna kadar ıslatan, "bizden biri" olmayı başaran senin, parçalıyı giyip, gönül verdiğimiz renkler için gol atmış olmandı. Yolun açık olsun Milan Baros...

Milan Baros Milan Baros Oleeyy Oleeyy Oleeyy !

14 Şubat 2013 Perşembe

Papen Mustafa

     "Her yıl, her transfer sezonunda Galatasaray'ı aradım."

      Böyle demişti Papen, futbolculuk kariyeri boyunca. Yıldızının parladığı, sarı-kırımızılı formayı giymek bir daha nasip olmamıştı. 2. lig ve mütevazi anadolu kulüplerinin ardından, en son Mudanyaspor ile anlaştığı haberini aldık Papen'in.

     Kimdi peki Papen Mustafa dediğimiz adam ?

     91-92 sezonunda PAF liginde 12 gol ile başladığı Galatasaray kariyerinde. dönemin ünlü Fransız golcüsü Jean-Pierre Papin'e benzetildiği için Papen Mustafa lakabını almıştır Mustafa Kocabey. Son vuruşlarındaki yeteneğinden ötürü, rahmetli Metin Oktay'ın, "Benden sonra gelecek en önemli golcülerden biri olacak, yeterki arkası kollansın" dediği adam Papen Msutafa. Henüz 17 yaşındayken Roma'ya attığı 2 gol ile Galatasaraylıların kalbinde taht kurmuş genç yetenektir Mustafa.
     Nedense dönemin futbol şube sorumlusu Adnan Polat, herkes gibi düşünmez ve "1 sene Kocaeli'nde kiralık oyna, seneye seni alacağız, bekle" demiştir. O "seneye" olan sene bir türlü gelmez. Ve Mustafa yıllar sonra bir röportajında hala beklediğini söyler. ( 2010 yılı )


     Papen'in kişiliği ise, zamanında Okan Buruk'un ayağının kırıldığı maçta, başına gelip hüngür hüngür ağlayarak, sağlık ekibine eliyle "hadi ulan" yapması ile anlatılır.


                              
                                                       Papen, Kral ile birlikte...
    
     Gittiği her takımda şampiyonluklar ve gol krallığı hedefler Papen Mustafa. Bir çoğuna da ulaşır. İçindeki futbol aşkıyla, ülkede birçok takımın formasını giyer.

     "Son bir hedefim kaldı. O da 300. golümü atarak kariyerimi noktalamak" diyen Papen şu anda Mudanyaspor formasıyla bu hedefini kovalamakta. Onu tanımlayacak en iyi lakap şüphesiz "Papen"... Ancak 39 yaşına gelmiş bir futbolcunun, hala kariyerinin ilk yıllarındaki bir futbolcu gibi kendine hedefler koyarak, aynı aşkla sahaya çıkması, ter dökmesi; onun bir çok meslektaşı gibi futbolu sadece "sağlıklı yaşam için yapmadığının" bir kanıtı olsa gerek. Papen Mustafa biz futbol aşıkları tarafından "futbolu seven futbolcu" nitelemesini tam anlamıyla hakediyor.

     Yıllarca beklediği sarı kırmızılı formayı giyme hasretini dindiremese de, hala Galatasaray kulübünün lisanlı ürünlerini giyecek kadar, Galatasaray'ımızın her golünde bizler gibi sevinecek kadar büyük bir Galatasaraylı.

     Amatör ruhunla, arma aşkınla, Çok Yaşa Papen Mustafa !


14 Şubat




                               Endüstriyelleşen sevgilere inat; çocukluk aşkım, ilk göz ağrım...

11 Şubat 2013 Pazartesi

6 Şubat 2013 Çarşamba

E-bilete Hayır !



     Varolan haklarımızın kaybedilmemesi, kaybedilmiş haklarımızın ise tekrar kazanılması için;
E-Bilete Hayır !

Aliağa Deplase








Aliağa'daydık / 02.02.2013

77-78

30 Ocak 2013 Çarşamba

Galatasaray !



    

    "...Çıkan yangında, binanın büyük bir kısmının hasar aldığı, bir çok nadide el yazması eserin kullanılamaz hale geldiği ve binanın çatısının çökmek üzere olduğu söyleniyor."

     22 Ocak gecesi herkesin konuştuğu sözler bunlardı. Bir tarih ve kültür hazinesinin yok olduğu, artık onarılamayacak hale geldiği, yerine en kısa zamanda lüks bir otel ya da AVM insaş edileceği söyleniyordu. Bundan önceki tarihi bina yangınlarında da böyle olmuştu nitekim. Hemen bir ihale açılıp birilerine peşkeş çekilmişti güzelim İstanbul'un gözde yerleri.

     Ama bu sefer öyle olmadı. Gerek Galatasaraylılar, gerekse Fransa bayrakları üzerinden çirkinleşmeyen gözlerini fanatizm hırsı bürümemiş insanlar, ülkemizin bu tarih ve kültür mirasına sahip çıktılar. Kulübümüzden bugün yapılan açıklamaya göre, toplanan bağışlar bir haftada 1 Milyon Türk Lirası'nı geçti.

     Hala bağış yapmak için imkanımız var: Galatasaray

     O akşam da söylemiştik aslında ama, yine hatırlayalım...

     "...Galatasaray Üniversitesi'nde çıkan yangınla bina kullanılamaz hale gelmiş olsa da, orada üretilen fikirler yok olmaz."

    
      " ... Çıkan yangın, bir binayı yok etse de, yüzyıllardır oluşan kültür birikimini yok edemez. Galatasaray Üniversitesi, ülkemizin bağımsız ve aydınlık yüzü olmaya devam edecektir."

    
      " ...Elimizden gelenin fazlasını yapacağız, Galatasaray kültürünü yaşatacağız ! "

19 Ocak 2013 Cumartesi

Galatasaraylı Olmak



     Öyle bir anda başlar. Sen bile anlamazsın. Mahalle maçlarının oynandığı son dönemlerde büyük amcaların ya da abilerin “Gel x takımlı ol" cümlelerine babanın verdiği "Oğlum üzülmek istemiyorsan Galatasaraylı olacaksın" cevabına kanarsın belki de. Sonra "Ben Galatasaraylıyım" demeye başlarsın inceden. Biraz da uzaktan severek... Taa ki ilk maça kadar... O yeşilin üzerinde sarı-kırmızıyı gördüğünde anlarsın, kalbin nasıl atıyor heyecandan. Çocuk halinle bildiğin kadar bağırırsın tezahüratları, ne kadar oluyorsa işte... Hagi, tacı rakip topçunun ayağına çarptırır çaktırmadan, mest olursun. Kapalıya bakarsın, daha “Kapalı”nın ne olduğunu bilmeden. Sonra goller gelir: Kral atmıştır hepsini. İlk maçta ilk galibiyet. Daha ne olsun... Ertesi gün ses kısık şekilde okula gidersin. Onun bile bir zevki vardır. Arkadaşlarına anlatırsın "Olm hakan önümüzdeki kaleye attı golü. Bizim tribünü gösterdi." Sonra arkası gelir maçların. Her hafta "Hadi baba Sami Yen’e dersin." Adamcağız işçi maaşıyla oğlunun ilk sevgilisiyle kavuşmalarına yardımcı olur bir nevi, elden geldiğince. Her hafta her hafta derken forma alınmış, yüz göz sarı-kırmızıya boyanmış hale gelirsin. Çoğunlukla eski açıkta bulursun kendini, bazen de yeni açıkta. Yeter ki gidilsin maça, özlem bitsin diye düşünürsün. Kimi zaman yeni açık önünde polis copundan kaçarsın, elinden baban tutmuştur. Kimi zaman şampiyonluğa giderken Marcio asmıştır 90’a tam da 90’da yarım voleyi. Yine babana sarılmışsındır gözlerin yaşlı. Çünkü bu sevgi ondan yadigardır sana. Şu sevgisiz dünyada baban sayesinde sevmişsindir birini: Adı Galatasaray’dır…


     Sonra yollar girmiştir araya. Özlem vardır deli gibi. Gidemezsin ya olmaz bazen… Olmaz işte… Sonra tekrar başlarsın. Cebinde üç kuruş parayla gidersin deplasmana bazen. Ama o sevgi ısıtır içini, karnını da doyurur. Yeter ki göreyim sarı-kırmızıyı dersin. Derslerini, arkadaşlarını, hayatını ona göre programlarsın. Girmediğin sınavlar, gidemediğin arkadaş doğum günleri hep bir şeyler kaybettirir sana. Kazancın ise sadece üç puan değil, daha fazlasıdır.


     Hep kazanmak da olmaz zaten. Bir yerde işin doğasına aykırı. Babanın söylediği “üzülmek istemiyorsan Galatasaraylı olacaksın” lafı kimi zaman gerçekleşmez. Ama öyle olsa bile kaybedince de bir şeyler eksilmez sevginden. Aksine daha da katlanır. Önünü alamazsın. Çünkü kaybederken sevmek daha zor ama daha güzeldir. Vefadır. Sahiplenmedir. Aslında bir yerde kaybetmek de tuzu biberidir bu işin. Üzülürsün elbet ama çok düşmezsin üzerine. Geçmişini gözden geçirdiğinde anlarsın. Hayatındaki en büyük mutlulukları yaşatan Galatasaray’dır.

8 Ocak 2013 Salı

TRİBÜN: KALE ARKASI BLOK: A BLOK SIRA:5 KOLTUK: 34 KAPI: K4/K5



     "Beyfendi, koltuğuma oturmuşsunuz sanırım, kalkarmısınız ? Yoksa güvenlik görevlilerini çağıracağım..."

     Birkaç sene içerisinde bu ve buna benzer cümlelerle karşılaşacağız sanırım tribünde. Parasını vermiş, biletini almış, kendisi için görsel bir şölen beklentisine girmiş bu kişiyle sık sık karşılaşacağız.

     İyi de, durup dururken nedir bu adamın derdi ? Neden bizleri kaldırıyor durduğumuz yerden ? Ayrıca bizler oturmuyoruz ki zaten, bir de "ayakta maç izlemesini seven bir avuç insanız" onlara göre...

     Malum, herkesin bildiği 6222 sayılı bi kanun var. Sporda şiddet varmış vs. Yani çoğumuz da bilmiyoruz aslında bu, nedir ne değildir filan ? Sadece basındaki elit, şakşakçı yazarların zırlaması gibi geldi başta ama, durum olduğundan daha ciddi görünüyor. Şöyle ki;

-Yasanın yürürlüğe girmesiye birlikte herkesin aldığı bilet üzerinde; adı, soyadı, TC kimlik numarası, telefonu, ev adresi ve fotoğrafı bulunacak. Bu sayede, spor müsabakalarında çıkabilecek herhangi bir olaya karşı, suçlu kişiler yüksek çözünürlüklü kameralardan tespit edilip, haklarında yasal işlem başlatılabilecek. Buradaki asıl sıkıntı aslında şu; biletinin gösterdiği yerde bulunmayan -ama hiçbir olaya da karışmayan masum insanlar- sadece olması gerektiği yerde olmadığı için hakkında yasal işlem başlatılabilecek.

-6222 sayılı kanuna göre; tribünde rakip takımı, hakemi protesto etmek suç sayılıyor. Protesto etmek lafını biraz açarsak; ıslıklamak, münferit şekilde küfür etmek, yuhlamak da protesto eyleminin içine giriyor. Sanki toplum olarak gündelik hayatta birbirimize karşı çok medeniymişiz gibi bir algı var herhalde. Mesela, metrobüs kuyruğunda küfür etmiyoruz hiç ya da fabrika grevdeyken ıslık çalmıyoruz, yuhlamıyoruz protesto için. Gündelik hayattaki bu ve buna benzer tepkiler gayet doğaldır, olması gereken budur. Ama bunları yapan tribündeki kişiler olunca nedense bir feveran yükseliyor elit yöneticilerden.

-İşin bir de toplumsal ve endüstriyel boyutu var tabiki. Günümüz futbolu, önü alınamaz bir şekilde endüstriyelleşmeye devam ediyor. Eskiden tribünlerde meşale vardı mesela. Sonra nedense yasaklandı. "Tehlike arz ediyormuş. yangın çıkarmış mazallah, filan" vs. Şimdi ise tribünlerimizdeki elit ve zengin seyircilerimiz, içtikleri "büyükleri" yolluyorlar localarından sahaya. Biletler de maç günü gişelerden çıkardı satışa. Uzun kuyruklar oluşurdu Sami Yen etrafında. Kapalı tarafındaki Yeni Açık gişesi biraz daha sakin olur hadi oraya gidelim denilirdi. Sonra karaborsa var dediler, karaborsayı bitireceğiz dediler. Poşetler içinde biletler geliyor dediler; taraftar kart, bonus kart, kart da kart dediler. Karaborsa yine bitmedi. Sadece bu işi yapan insanların sosyal statüsü değişti. İnternet ortamlarında 100 liralık bileti 600 liraya satanlar cesaretlendi, bu işi açıktan yapmaya başladılar.

     Aynı zengin ve elit seyircimiz, maça 10 dakka kala çayıyla, kahvesiye gelmeye başladı stada. Zaten maç boyunca oturarak izlediği için kendisinden bir beklentimiz yok ama, iki elini birbirine çarpmaktan aciz olması anlaşılabilir bir durum değil maalesef. Buna rağmen; kendisi bekliyor ki, takım gol atsın ben de sevineyim, paramın karşılığını alayım. Ama gol gelmeyince de, o bağırmayan elit seyircimiz var gücüyle kendi oyuncusunu ıslıklıyor. Skor ne olursa olsun maçın bitimine 10 dakika kala stadı terkediyor. Malum yarın iş var, okul var hem metro kaçar naparız bu soğukta diyor. Tüm bunlara rağmen o elit abimizin her zaman önceliği var. Çünkü onun parası var. O elit; meşale yakmaz, küfretmez vs.

     Buna karşın takımını gönülden destekleyen, yaz kış demeden takımının maçına giden öğrenci, işçi kardeşimiz ikinci sınıf insan muamelesi görüyor. Stada girerken ayakkabı, don ne varsa çıkartılıyor. Çünkü o tehlikeli: Mazallah meşaleyi donuna filan saklar aramak lazım. Bir de parası yok zaten onun, borç harç bulduğu parayla bi ton eziyetle maça geliyor. Gelmeyiversin efendim ! Bize müşteri lazım, dolar lazım... Ama günü gelince "taraftarımızdan beklentimiz stadı cehenneme çevirsin, rakip oyuncuyu baskı altına alsın" diye bir beklenti oluşuyor bu yasayı çıkaranlar tarafından. O elit abilerle nasıl bi cehennem oluşturursun ? Cidden merak ediyoruz bunu haa...

     Herkes seyirci olsun isteniyor. Tiyatro izler gibi, arada alkış olsun isteniyor. Ama unutuluyor ki, tiyatroda bile ara alkışı denen bişey vardır. Bu elit abiler onu bile bilmiyor !

     İşin sosyal boyutuna gelirsek; bu yasa ile herşeyden önce maçlara giden herkes fişlenecek. Kim hangi takımlı, kaç maça gitti cart curt. Kimileri ne mahsuru var diyebilir. Tabi onlar da haklı telefonların bile dinlendiği bi ülkede yaşıyoruz. Maç için fişlensen ne olacak canım !!!

     Spor büronun; tribünlerde zaten alt grup olduğu, e-bilet olayının bunun yanında bir öneminin olmadığı da söyleniyor tabi diğer yandan. Ne kadar iş işten geçti gözüyle bakılsa da, her yasak bir sonraki hazırlanan yasak planı için zemin oluşturuyor aslında. Tribün insanları, bu yasaklara boyun eğdikçe, kısıtlamaların ardı arkası kesilmiyor. Bu uygulamanın yürürlüğe girmesi halinde, 3-5 sene içerisinde, ayakta maç izlemenin de yasak olmayacağının garantisini kim verebilir ?



7 Ocak 2013 Pazartesi

Öyle işte...



     Şair demiş ya; nerden başlasam ve nasıl anlatsam size, tüm bu kaybolmuşlukların içerisinde, açıl açıl açıl, hadi...

     Nerden girdik bu yola, ne zaman... En ufak bi fikrimiz yok. Sadece sevdana düştü yolumuz, o kadar... Canı, cananı, geleceği bıraktık uğruna; kısacası hayatı... Dönüp bir kere baktıysak anamız avramıdımız olsun...

     Uğruna herşeyi bırakıp, yoluna düştüğümüz gün çocukluğumuzu bıraktık, hayallerimizi... Sadece sen vardın, gerisi boş... Ne okul harcı, ne ana baba tavsiyesi, ne sevgili dırdırırı, ne de gelecek planlaması... Sadece sen...

     Ulan diye başladık sözlere sayende, vefanın bir semt adı olduğu değil, içimizde var olan duygunun canlanması olduğunu bildik. Cepteki son paranın sana ulaşmak için harcanmasını gerektiğini bildik, aç kalmak uğruna...

     Beynimizde kopan fırtınalar hep senin içindi: "Şu pankart şöyle olsun, abi orayı iyi boyayamamışsın" cümleleri hep senin için döküldü dillerimizden... Geceleri uykumuz senin için kaçıp, uyandırdık uykularından sevdiklerimizi "Şunu da yapalım" diye...

     Şimdi, yarın sabah güneş doğacak... Yeni umutlarla, yeni beyin fırtınalarıyla hatta... Önüne geçemediğimiz sarsılmalarla uyanacağız yeni güne. Kimi gerçekleşecek, kimi tozlanıp gidecek geçmişimizde. Baki kalan, sadece senin sevgin olacak...


DEU-DPU ultrAs







6 Ocak 2013 Pazar

Ali Sami Yen !




     Şimdi biri çalsa kapıyı, açsam; "Dostum Sami Yen'i konuşmaya geldim seninle, sabaha kadar dese" acımam siker atarım bütün final sınavlarını. Haa, öyle bedava da konuşturmam adamı. Açarım bi bira, dili damağı kurumasın adamın, anlattıkça anlatsın...

     Yeni Açık'dan Kapalı'ya geçişini anlatsın, meşaleleri nasıl içeri soktuğunu anlatsın, Xamax maçında o tribünler o kalabalığa nasıl dayandı onu anlatsın. 14 yıl sonra gelen şampiyonlukta stadı nasıl süslediklerini anlatsın. Sevinci anlatsın bana; Jardel Milan'a 2. golü atarken nasıl havaya zıpladığını, -Büyük Kaptan’ın bir dizinde buz paketiyle zıplayabilmesi gibi, Suat
Kaya’nın 3-2’lik Milan maçında eşini sarstığı gibi- yanındakine nasıl sarıldığını anlatsın, Bordeaux maçında; ele güne karşı, Sabri’nin son dakika hışmıyla topa vuruşunu, ağlara giden gol sonrası, aynı yolun yolcusu olan Haldun Abi’nin, “Gol bee” diyen sevincini anlatsın…

     Hüznü anlatsın bana… Hamburg maçında Olic'i nasıl tutamayıp, yere  yıkıldığımızı, kollarımızdan tutup kaldıracak bir güç aradığımızı anlatsın. 16 dakika bekleyişimizi anlatsın, "belki" ihtimalini ne kadar sevdiğimizi, 90 dakika boyunca " belli mi olur" deyişimizi anlatsın, Mondragon'un gözyaşlarını,Tomas'ın Song'a sarılışını anlatsın. Gerets'in 40 yıllık Galatasaraylıymış gibi tv'ye bakıp "Hadi olm be" bakışını anlatsın, Hasan Kabze'nin yavşak basına inat, basın tribününde küfredişini anlatsın. Denizli'deki düdüğü anlatsın, o sesin Sami Yen'i nasıl sevince boğduğunu anlatsın. Anlatsın amk, Hasan Şaş'ın bebeğini kucağına alıp, çaresizlikten sahaya çöküşünü anlatsın. Gerets'in son düdükle birlikte yüzündeki zafer ifadesini anlatsın.

     Tv, radyo başında yenecek tırnak bırakmayan milyonların zafer çığlığını anlatsın. Bir çocuğun, babasına sarılıp, utanmadan “Şampiyonuz amk” deyişini anlatsın. O babanın küfre karşı hoş görüşünü anlatsın. Gözyaşlarımızı anlatsın...

     Ben de diyeyim ki; Galatasaray... Ne büyüksün, ne yücesin !


5 Ocak 2013 Cumartesi

Gençlerbirliği Deplase



     Üniversite için ülkenin çeşitli yerlerinden kopup gelen, bu acı tatlı yılları gurbette geçiren herkesin çektiği bir özlem vardır: Aile… En zor zamanlarında, onlardan ayrı kalmanın eksikliğini daha çok hissedersin. Bir yanın hep yarımmış gibi, bazen bir ses, bazen bir bakış ararsın çevrende. Yeni bir çevre, yeni arkadaşlıklar edinmek de kolay değildir. Zamanla belki aradığını bile bulamazsın. O vakit, biraz daha ağır gelir yaşamak bu genç yaşında. Bazense, seni anlayacak, en az ailen kadar yakın, onlar kadar sıcakkanlı insanların olduğu bir yere düşer yolun. İlk günden sahiplenirler seni, sanki kendileriymişcesine. Bizler de herhalde, bu şanslı insanlar arasında yer alıyoruz. İzmir’deki UNI ailesi olarak, en zor zamanlarımızda, olmaz denileni oldurmak için biraraya gelmiş gibiyiz. Ege UNI ve Yaşar UNI ile birlikte omuz omuza vererek, yolları bariyerlere çarpa çarpa da olsa geride bırakıyoruz.

     19 Ekim’de de yolumuz Ankara’ya düştü. Bornova metro durağından başlayan yolculuk boyunca, evinden börek getiren de, makaranın kralına maruz kalan da, kutsal kitap yutmuş çocuk da vardı :) Ankara’ya varınca rotamız öncelikle Anıtkabir’di. Ata’mızı ziyaret ettikten sonra, kahvaltı için yer araştırmasına giriştik. Şurası kapalıdır, orası pahalıdır derken, bi yer bulup karnımızı da doyurduk. Maç saatine kadar beklemeye almıştık artık kendimizi.

     Stadda yerimizi aldıktan sonra da, üzerimize düşeni yapmak adına var gücümüzle bağırıyorduk: “Bizim için gençlere de koyyy, Cimbom koy….” Maçı getirecek beste buydu belki de. Ne yapsak olmadı, 1 puanla ayrılıyorduk Ankara’dan.

     Dönüşte yine yorgun, uykusuz ve aç bir şekilde sızmıştık otobüste. Sevdamızdan bir şey eksilmeden, yine omuz omuza vererek dönüyorduk İzmir’e. Beklemedeydik, bir sonraki buluşmaya kadar…



Karşıyaka Deplase




     Memleketin havasından suyundan mıdır bilinmez, gurbette “toprağım” muhabbeti yapan çoktur. Sanki o “topraktan” bir tanecik kalmışcasına, toprağın kirini, pasağını görmezsin. Bokunu çıkarana kadar seversin onu. Sevmekten de öte, sahiplenirsin. Çok doğru olmasa da, bu biraz anlaşılabilir hale gelmiştir zaman içerisinde. Hatta olumsuz durumlarda, cuk oturan lafları da ortaya çıkarmıştır. Bu durumun bi üst noktası vardır ki, aslında sıkıntılı olan budur: “Hey dostum, biz burada yabancıları sevmeyiz.” Eski kovboy filmlerinden çıkma bu lafı, hemen hemen herkes bilir. Sadece yabancı olduğu için nefret duyulan kimileri de zamanla bu duruma alıştı bu ülkede. Kendine göre savunma taktikleri geliştirdi vs. Ne zamanki “yabancılar” sazı eline aldı, nefret çirkefliğe dönüştü. Masumları, bu oyunun asıl aktörlerini hedef aldı.

     8 Aralık Pazar günü ksk-Galatasaray maçında olanlar malumunuz… Kaybetmeyi hazmedemeyen, gönül verilen renkleri ve gönül verenlerin iradesini sorgulayacak kadar, saygıdan uzak olan insanlar, kendilerine tribüncü diyen zavallılar, “sahaya indi.” Oyunu soğuttu, yenilmemek için çamura yattı. Eşit şartlarda dövüşmeyi bile beceremedi. Nefret duygusunu bile en aşağılık şekilde gösterdi. Kendilerine hedef olarak, sahadaki sporcuları seçti. Attığı çakmak, para vs. kendisine gelince de, “şikayetçiyim amirbey” diyerek şark kurnazlığına büründü. “Oyunu” kuralına göre oynamayı bile beceremedi.

     Maçı kazanınca da, yine devam etti çirkefliğine. En çok şaşırdığımız şey, nasıl oldu da içlerine sindirdiler bu “zaferi.” Yabancıyı alt etmenin, bel altı vurmak olduğunu ilk kez görmüyoruz. Ama bu durumun karakterlerine sirayet etmiş olması hayret verici.

     O karakterlerin unuttuğu bir şey var ki, her deplasmanın bir İstanbul’u vardır. Siz İstanbul’a gelene kadar, bu karakterlerinizi muhafaza edin. Çünkü, İstanbul’dan döndüğünüzde artık muhafaza edecek bir şeyiniz kalmayacak.

     8 Aralık 2012 / ksk- Galatasaray'ımız / 72-69

4 Ocak 2013 Cuma

Aliağa Deplase



      İzmir'in kuzeyinde bir yer Aliağa... Biraz soğuk, oldukça sakin, İzmir gibi görünmeyen bir yer. Basketbol takımıyla bir kulüp kültürü oluşturmaya çalışan insanların olduğu bir yer. Her gittiğimizde rahat hareket ettiğimiz, "deplasman" kavramını yaşamadığımız, üstüne onlara deplasman havası yaşattığımız bir yer. Bu sene ise, ilkleri yaşayan takımımızı yine aslanlar gibi destekledik İzmir'in kuzeyinde Aslan Yürekliler olarak. Nisan'ın 29'unda ise İzmir, hem Galatasaray'ımızın yeni bir zaferine, hem de Galatasaray tribünlerinin gövde gösterisine sahne oldu.

       29 Nisan 2012 / Aliağa 83 - 85 Galatasaray'ımız

Arkas Deplase



     15 Şubat 2012 tarihinde, İzmir Halkapınar S.S'nda Arkas Spor ile Türkiye Kupası'nda karşılaştık. Profesyonel tribüncülere karşı; amatör ruhumuzla, arma sevdamızla Galatasaray adını haykırdık.
Maça gelince; tabi ki kazandık: 2-3 !