Sayfalar

12 Kasım 2012 Pazartesi

Karıncaezmez


     Eski zaman insanı derler ya hani kimileri için, işte öyle bir insan Karıncaezmez  Şevki. Hayatı hakkında çok ayrıntı bilmesek de, Galatasaraylılık duruşuyla, o zaman ki tribünlerde farklı bir amigo kendisi. Mesela hiçbir zaman sahaya arkasını dönmemiş. Takım ne zaman atağa kalksa, o da küçük bir çocuk heyecanıyla ayaklanmış tribünlerde. Onun için belki biraz geç olacak ama, “Armanın Peşinde Adanmış Hayatlar” diyoruz ya, tam olarak karşılığıdır Karıncaezmez Şevki için bu yakıştırma.



      Sarı-Kırmızı arabasına, her gün Sarı-Kırmızı taze karanfiller, güller koyarak yola çıkar Karıncaezmez. Yakasından ve arabasından eksik etmediği çiçekleriyle ilk durağı Galatasaray Lisesi önüdür her sabah. Buraya gelince arabayı durdurur, iner ve selam durur Lise’ye karşı. Belli bir süresi yoktur bu selam durmanın. O yüzdendir ki, arkasında kuyruk olan arabaların şoförleri kimi zaman lastiklerini kontrol eder, kimi zaman da iner bir sigara yakar. Hepsi de bilir ki bu Karıncaezmez’in bir ritüelidir. Kızsalar da, bağırsalar da nafile…Her zaman kibardır. Rakip takım taraftarları onu kızdırsa bile, o yine efendiliğini bozmaz. Galatasaraylılık duruşu budur çünkü. Çok sevdiği Turgay Şeren’de ve Metin Oktay’da olduğu gibi. 60’larda Galatasaray taraftarının sayısını belirtmek için kullanılan “iki direk arası” lafını da Metin Oktay’la birlikte yıkmıştır Karıncaezmez. Metin Oktay golleriyle takımı başarıdan başarıya sürüklerken, Karıncaezmez de Galatasaray taraftarlarını para almadan taksisiyle stada taşımıştır. Oysa ki, günümüzde iki direk arası olmaktan çıkmıştır Galatasaraylılar, yedi kıtaya hükmediyorlardır artık.




     Bu sevda çoğu zaman fedakarlık da gerektirmiştir. Karıncaezmez da bu fedakarlıkların en büyüğünü öder. Bir maç esnasında tribünden düşerek kolu kırılır. Niyeyse bir türlü iyileşemez ve kolu kesilir. Artık ne selam durabilecektir Sarı-Kırmızı’ya, ne de şoförlük yapabilecektir. Özeleştiri yapmak gerekirse, hakettiği ilgiyi de görmemiştir kendisi. Kaza yapan arabasının yerine, “ Bana bir araba tahsis edin, size taksitle geri öderim” isteği kulüp tarafından karşılık bulmamıştır. Hastalığının da ilerlemesiyle, yatağa ve bakıma muhtaç olur. Uzun bir unutulma dönemi yaşar, artık tek başına kalmıştır. Nasıl oluyorsa bu büyük tribün efsanesi unutulmuştu. Hatta kimilerince öldüğü dahi söyleniyordu. 1991 tarihinde bir dergide çıkan haberde Karıncaezmez Şevki’nin ölmediği haberi vardı. Basında bu haberlerin yer alması üzerine, kulüp tarafından efsaneye bir forma, atkı ve sarı-kımızı tozluk hediye edildi. Birkaç ay sonra Galatasaray Futbol takımının bir ödül gecesine katılacağı ve Karıncaezmez’in bu geceye katılacağı söylendi. Takım Sahneye çıkınca salon Cim Bom Bom diye inledi. Ardından gelen alkışların sonunda sahneye gelen efsane şiirini okudu:

"Çiçek sever / Esans sürer / Karıncaezmez / Gönül kırmaz / Acele iş sevmez / 30 km. den fazla gitmez / Galatasaray'dan dönmez / Yakasında çiçek görmezse yaşayamaz / Şoför Şevki Güney"

Tarihler 23 Mart 2000'i gösterdiğinde gazeteler, Karıncaezmez'in vefat haberini veriyolarladı. Birgün sonra oynanacak olan maçta Galatasaray, UEFA kupası'nda Mallorca'yı eleyecek, tarihi zafere bir adım daha yaklaşacaktı. Gönül isterdi ki, o kupayı görsün Karıncaezmez. Metin Oktay ile birlikte iki direk arasından çıkarttığı takımın, Avrupa'ya nasıl hükmettiğine tanık olsun.

Tüm bu yaşananlara rağmen, şüphesiz ki; Galatasaray'ımızın tribün efsanesi Karıncaezmez, bütün Galatasaraylıların kalbindedir. Karşılıksız sevdanın ne demek olduğunu, Karıncaezmez ve onun gibi Galatasaray sevdalılarından öğrenen bizler, armamızın peşinden koşmaya devam edeceğiz. Bıkmadan ve usanmadan...





                                                Karıncaezmez, Taçsız Kral ile birlikte...




                                            Alpaslan Abimiz, Karıncaezmez ile birlikte...




                                                       Karıncaezmez, Hagi ile birlikte...

Yazılar Belki Gecikir, Ama Sevdamız Bakidir...



      Çok uzun bir aradan sonra tekrar buradayız. Aslında buradayız demek ne kadar doğru bilemiyorum, gözlerden ırak olsak da kalbimiz hep Sarı-Kırmızı'ylaydı bu süre zarfında. Gerek deplasmanda, gerek kampüste, her yerde UNI kafasını yaşıyorduk. Hakkında yazacak, üstünde konuşacak çok şey oldu bu süreçte. Her şeyin sırası gelecek elbette. Ama şimdilik sevdamızı konuşalım. Geçmişten bir fotoğrafla, Sarı-Kırmızı sevdayı,vefayı ve yaşam felsefemizden bahsedelim artık. Gelecek yazılar da bunların kanıtı olsun...

26 Ağustos 2012 Pazar

Manisa Deplase



     1. Lig'de yıllardır bir İzmir takımının eksikliğini yaşayan bizler için Manisa'nın Süper Lig'de olması bulunmaz bir nimettir. Ne İzmir takımları, ne de Manisa'ya bir sempati olduğundan değil, tek isteğimiz uzaktan sevmenin cefasını biraz olsun indirmek sevdamızı biraz yakına çekmektir. Galatasaray'ımız gelecek ya yakınımıza gerisi boştur. Bunun için de 8 Nisan günü İzmir-Manisa yollarındaydık. Güle oynaya gittiğimiz yolculuktan, 4 gollü bir galibiyet ve Sadri kardeşimizin bıraktığı güzel anılarla geri döndük. Şampiyonluğa bir adım daha yakındık. Saraçoğlu'nu yakmaya hazırdık !


24 Ocak 2012 Salı

Galatasaray’ımız-Bursaspor



     Yeni sezonlar, yeni başlangıçlar önemlidir. Aynı zamanda güzeldir de. Geçmişi de unutmayarak, yaşanılanlardan ders alıp önünüze bakmanız gerekir bazen.

     Takımımız da aynen böyle başlıyordu sezona. Geçen senenin o kötü ve puslu havasını dağıtmak için, içimizden biri olan imparator Fatih Terim ile yola çıkıyordu takımımız.  Bizler de onlarla birlikte yürüyorduk bu yolda, hep birlikte, Galatasaray adına…

     Senenin ilk organizasyonu olması bakımından, her birimizde ayrı bir heyecan, her birimizde ayrı bir merak vardı. Aramızda yeni stada gitmemiş olanların, meraklı ve heyecanlı bakışları gözlerinden okunuyordu. 8 saatlik yolculuğun ardından, önce sokakta yerimizi aldık, daha sonra da yeni stadda. Bi attık, bi yedik, ama son sözü söyleyen Milan Baros ile birlikte sevindik sonunda. Alınan galibiyet ile huzurlu bir şekilde dönme vaktiydi şimdi. Bir sonraki buluşmaya kadar...

Uzaktan sevmenin biz cefasını, her an bildik, her gün çektik…








Birader bi baksana, dışarda kar mı yağıyor ne? :)



23 Ocak 2012 Pazartesi

İzmir B.Ş.B-GALATASARAY’ımız TS Basketbol


 
     Her Galatasaraylının gurur duyması gereken bir takımı var. Kuruldukları günden bu yana yenmedik takım, kazanmadık kupa bırakmayan Engelsiz Aslanlarımız… Gösterdikleri onurlu mücadele ve inanılmaz özverileriyle göğsümüzü kabartan, Galatasaraylılık ruhunu en güzel şekilde taşıyan ve mücadelelerine yansıtan takımımız. Sedat İncesu ve öğrencileri bu övgüleri fazlasıyla hak ediyor. Tabi ki bu övgüler sadece lafta kalmamalı icraate de dönmeli dedik kendi kendimize. Bu yüzden 7 Ocak günü Celal Atik Spor Salonu’ndaki yerimizi aldık. Malum, takımımız ligde rakip tanımıyor. Yağan yağmur da sanki bunun habercisiymişçesine şiddetini arttırıyordu. Maçın başlamasıyla birlikte, takımımız kalite ve mücadele farkını koyarak farkı açıyordu. Bizler de üzerimize düşeni yapıyor ve onları en güzel şekilde destekliyorduk. Farkın iyice açılması ile bench de duran oyuncularımız da, tezahüratlara katılıyordu. Belki de maçın en güzel görüntüsü buydu. Taraftarıyla, oyuncusuyla, her şeyiyle bir bütündü Galatasaray’ımız. 54-89’luk galibiyetle biten maçın ardından taraftar da parkeye indi ve bu bütünlük en güzel şekilde yansıdı. Aslanlarımıza yürüdükleri bu yolda başarılar diliyoruz. Eminiz ki, daha nice kupalar kazanacaklar.

     Bilekse bilek, yürekse yürek, engel tanımaz, ruh gerek !!!

Karşıyaka-Galatasaray'ımız A2




     Finallerin bitmesiyle birlikte üstümüzden büyük bir yük kalkmıştı. Bir aylık uzun bir tatil sürecine girmiş, hem biraz dinlenmek hem de sevdiklerimizle özlem gidermek için kimimiz memleketine dönmüş, kimimiz de İzmir'de kalmayı tercih etmişti. Takvimler 16 Ocak'ı gösterdiğinde ise bizlerin yolu İzmir'in ilçesi Kemalpaşa'ya düşüyordu. A2 takımımızın Karşıyaka ile yapacağı maç için görevimizi yerine getirmek üzere yola çıktık. Yola çıkarken kafamızda bir takım soru işaretleri vardı tabii: Karşıyaka ile oynamamıza rağmen maçın Kemalpaşa'da olması bizler için tam bir muammaydı. Bir buçuk saat süren kısa (!) yolculuğun ardından stada geldiğimizde ise gördüğümüz şey, tek tribünlü bir saha ve etrafındaki çalılıklardı. Görünen o ki, güzel memleketimizdeki futbol sevgisi (!) yurdun en ücra köşelerine bile nüfuz etmişti. Maç saatini beklerken biraz kayıntı için en yakın markete yaklaşık 1 kilometre yürümemiz ise bizleri oldukça zorlamıştı. Soğuk havanın etkisini biraz olsun kırmak, biraz da neşelenmek için hem yürüyor hem de yol boyunca maça hazırlık baabında besteler söylüyorduk.  Galatasaray sevgisi bizleri bu soğuk kış günlerinde, bu ufak beldeye sürüklemişti. her şeye rağmen mutluyduk, Sarı-Kırmızı bir gündü bizim için 16 Ocak. Daha ne olsun !



     Maç saatinin yaklaşması ve takımımızın stada gelmesi ile bizler de ufak ufak tribündeki yerlerimizi aldık. Sahada mücadele edenler genç arkadaşlarımız olmasına rağmen sanki Süper ligden bir maç izlermişcesine kıran kırana geçiyordu karşılaşma. Hakem de biraz göz yumuyordu bu sertliğe. İzmir takımlarının bu İstanbul nefreti genç takımların mücadelesine bile sıçramıştı, hayret ? İkinci yarının başlarında gelen  Karşıyaka’nın golü ile takımımız geriye düşmesine rağmen, mücadeleyi bırakmadı ve 80. dakikada Ozan Arif’in attığı gol ile beraberliği yakaladı. Geriye kalan dakikalarda baskıyı da kurduk ancak o galibiyet golü bir türlü gelmedi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, bir dakika bile olsun oyunu çirkinleştirmeden mücadele eden futbolcu kardeşlerimizin ve onları bu şekilde yetiştiren hocalarının Galatasaraylılık duruşuna yakışır şekilde davranmaları bizleri onurlandırdı. Galibiyetten de önemli olan bu duruş, Galatasaray’ımızın geleceğinin emin ellerde olduğunun adeta bir ispatıdır.
     Maç sonunda takımımızı İstanbul’a dönüş yolculuğunda yine hakettikleri şekilde uğurladık. Geleceği parlak kardeşlerimizin bundan sonraki maçlarımızda da Parçalı formamızı hakettiği şekilde taşıyacaklarından şüphemiz yok. Ümidimiz, önümüzdeki yıllarda onları Ali Sami Yen’de A takım formasıyla görmek.
     Bizlere gelirsek, Armayla bir sonraki buluşma vaktimiz gelene kadar beklemedeyiz. Kim bilir belki Sami Yen’de, belki Eskişehir’de…



Arkas Deplase




     Takvimler 3 Ocak’ı gösterdiğinde erkek voleybol takımımızın yolu Arkas Sporla yapacağı maç için İzmir’e düşüyordu. 2012 yılını Galatasaray’ımızla açacak olmanın sevinci vardı hepimizde. İşin açıkçası rakip takımın ligdeki durumu oldukça iyiydi ve son yıllarda bize karşı bir üstünlüğü söz konusuydu. Takımımız ise sene başında yaptığı transferlerle güçlenmiş, ligin zirvesine oynayacak bir ekip haline gelmişti. Hepimizin umudu bizlerin de desteğiyle Halkapınar Spor Salonu’ndan galibiyetle ayrılmaktı. Tribündeki yerlerimizi aldığımızda, karşı tribünde sivil giyimli paralı askerlerin (!) olduğunu farkettik. İşin açıkçası çok da umursamadık. Çünkü bizlerin amacı, sadece Galatasaray’dı. Onlara gereken desteği vermek ve yeni bir zafer kazanmaktı. Maça iyi başlayan taraf rakip takım oldu. İlk setin kaybedilmesiyle moraller biraz bozulmuş olsa da, inanıcın yitirilmemesi gerekiyordu. Öyle de oldu zaten. Işık Menküer hocanın hamleleri ve başta Hidalgo olmak üzere tüm oyuncularımızın üstün gayret ve çabalarıyla ikinci set kazanıldı ve durum 1-1 e geldi. Şimdi daha güçlü bir şekilde haykırmak gerekiyordu: "Saldır Galatasaray oleyyy !!" Üçüncü sette de üstün olan taraf Galatasaray’ımızdı. Rakip takım iyice sinmişti. Paralı askerler de (!) öyle…Burada özellikle Hidalgo’dan bahsetmek gerekiyor. Kübalı oyuncumuz takım ruhunu en iyi şekilde ortaya koyan bir isim. Ardı ardına kazandırdığı sayılarla hem bizleri, hem de takım arkadaşlarını ateşlemekte öncü olduğunu söyleyebiliriz.
     Artık iş son sete kalmıştı. Hep bir ağızdan tekrar başladık: "Saldır Galatasaray!!!" Dördüncü sette de farkı açan takımımız, setin sonlarında bocalamasına rağmen toparlanmasını bildi ve sahadan 3-1 galip ayrıldı. Maç sonunda önce paralı askerleri (!) uğurladık. Sonra da takımımızla karşılıklı “Sarı-Kırmızı” tezahüratlarıyla galibiyeti kutladık. Hidalgo’nun tribünlere gelip üçlü çektirmesi ise görülmeye değerdi. Galatasaray ruhu her branşta olduğu gibi, voleybolda da yabancıları “bizden biri” haline dönüştürüyordu. Şüphesiz ki, o Galatasaraylılık ruhu bizleri daha nice başarılara taşıyacak. Arkas galibiyeti henüz bir başlangıç…